30 Ağustos 2010 Pazartesi

NURİ

Her şeye mutlaka bi ad koyarım ben, bilen bilir… Bilgisayarımın, camın önündeki çiçeğimin, pijamalarımın, hatta evdeki su damacanasının bile adını koymuşluğum var… Nasıl bir bağ kurma arzusu benimki  bilemiyorum ama çok seviyorum işte. Hatta hali hazırda adı olanlara bile kendimce bişeyler uydururum, nasıl istiyosam öyle seslenirim o saatten sonra.. biraz bencilce bulurum ben de bazen tamam ama böyle işte. Belirsizliklerden hiç hoşlanmadığımdan durumların, olayların da adını koymayı görev bilirim her zaman. Kavga etmişsem kavgadır o, boşlukta ne idüğü belirsiz sallanmamalıdır… Kavga olduğunu kabullenip öyle davranmalıdır taraflar. Bi de ilişkiler var tabi, ilişkilerimiz… Küçükken çok çekinirdim, birilerine hayatımda roller vermeye, ya da birilerinin hayatından rol kapmaya, inanılması güç tabi biliyorum… Ben de zaten yaptığımı anlamsız bulup, hayatımdaki her türlü ilişkiye, aşk olsun, dostluk olsun, iş olsun  bi ad koydum bu zamana kadar. Herkes rolünün hakkını verebilsin diye belki de kim bilir? Aynı anda iki role bürünmeye çalışmasın diye… Bazen içimdeki genç kızdan dolayı olacak aceleci davrandım, bazen de çok geç kaldım… Yepyeni ilişkilere isim verene kadar 3-4 yılı buldum… İsim koyma sevdam bazen sevimli kıldı çevremdeki her şeyi, bazen de canımı sıktı çok, yine de vazgeçmedim… Bugün ama sarstı biraz… Pek bi memnun Suat diyorum “su at”an damacanama, camın önünde Zeyneple konuşuyorum üstüme Şadiyeleri çekmiş de, aynı kolaylıkla 3 kelimeyi bir araya getiremedim bugün tezimi adıyla çağırabilsinler diye. Diyorum ya, bi şeyin adını koymak uzun zamandır hiç bu kadar zor olmamıştı…Halbuki bebek maması filan, türlü türlü sevimli şeyi çağrıştırıyo bana da olmayınca olmadı işte… İngilizce’nın belini kırarak bişeyler uydurduk sonra da ben yine de ona Nuri diyeceğim galiba… Öyle hisseti gülçinkız napalım… e bugün de Nurimin günü olsun o zaman… Günlerden Nuri…

25 Ağustos 2010 Çarşamba

YEŞİL

İyidir renklerle aram benim aslında...  Bu zamana kadar bir iki küstahlığım olmuştur en fazla, o da sarıya karşı... Güneşin rengini yer yer, aaa ama bu da hardal sarısı şimdi diyerek, hamburger süsüne benzetmiş oluşum arsızca aslında. Darılmış mıdır bilmem? Gerçi darılsa da umrumda değil pek, gönlüm çimenin yeşilinde, göğün mavisinde benim:)Yaprağın yeşilini, eriğin yeşilini, denizin yeşilini, odanın yeşilini, kurbağanın yeşilini, asker yeşilini, yosunun yeşilini sevdim de en çok gözümün yeşilini sevdim bu zamana kadar... Gözümde şaşırdım annemle babama böylesine benzeyişime. Fotoğraflarıma baktım, güldüm yer yer, topaç gibi çıkmış can erikler diye... En çok yeşil giyinmemi istediler, "bak gözün gibi" diye, yakıştırdılar diye sevdim... Ruhumu okşayan en içli cümleler yeşilliydi hep...Böylesine vurulmuşken yeşile, bir iki gün önce biri mavi deyiverdi yılların yeşilliğine. Maviyi de severim bu arada, onun da yeri ayrı... Yeşilini sevdiğim denizin mavisine de ayrı bi bayılırım da, maviyi kabullenmekle ihanet etmiş olmaz mıyım biriktirdiğim yeşilliğime.. "Mavi senin gözlerin" dedikçe karşıdaki ses, daha bi yeşerdi gözlerim.. En çılgın yeşile ulaştığında kandırıverdi o mavici sesi de huzurun rengi oldu bu kez... Ne mi oldu sonra? Günün rengi, tadı, kokusu, her şeyi yeşil oldu.... Yemyeşil...