27 Ağustos 2015 Perşembe

SABAHATTİN’E

Sevgili Sabahattin,

Kusura bakma, “Sabahattin” diyorum. Neden mi? Belki haberin yok ama biraz önce yakın arkadaş olmanın ilk adımını attık ikimiz. Sen benimle sırlarını paylaştın. Gerçi istemeden yaptın galiba ama sonuçta bu dünyadaki vekilinin, kızının isteğiyle yaptın bunu. Yakın arkadaşlığa geçiş sürecimizi tamamlayabilmek için benim de sana bazı sırlarımı vermem gerek. Yanılıyor muyum? Sıkı dur, bu mektup tam olarak bu vesileyle yazılıyor. İlk kez on yıl önce uzaktan gördüm hazinelerinden birini. Kim kitabına Kürk Mantolu Madonna diye isim koyar ki! “O zamanlar Madonna var mıydı ya!” diye büyük bir şaşkınlık geçirmiştim. Bu ne cahillik dediğini duyar gibiyim. Üzgünüm ama herkes annesinin karnında öğrenmiyor böyle şeyleri, hem de ortada koca bir “Madonna” dururken. Bu arada günümüz Madonna’sını tanıyor musun? Neyse bu bambaşka bir konu. İşte o gün hazinen beni cezbetti. O gün bugündür senin haberin olmasa da ben seninle tanışıyorum. On yıla yayılan bu tanışma halinin büyük bir kısmı karın Aliye ve kızın Filiz’e yazdığın mektupları okumamla tamamlandı az önce. Kızma ama kızının izni olduğunu söylemiştim.

Yirmi sekiz yaşında Aliye’ye âşık olduğunu öğrendim. Biraz geç kalmışsın, bayağı güzel kız çünkü. Sen de dünya üzerinde en umutlu, en ümitvar âşık olmaya adaysın ama laf aramızda. Aşkı en sıcak renklerle anlatıyorsun hep. Aliye’nin neşesini övüyorsun. Aliye’ye özendiğinden mi bu? Daha o zamandan memleket meseleleri seni öyle sarsıyor ki, belki herkesten fazla sarsıyor, sen de ne yapacaksın, Aliye’nin herkese yetecek potansiyel neşesine sarılıyorsun, değil mi? Haklısın. Gözleri parlıyor Aliye’nin. Fotoğraftan bile belli olduğuna göre kim bilir sana bakarken nasıldı? Şanslı adamsın vesselam. Sözünü tutamayan bir şanslı adam. Bir ömür neşe içinde olacağınıza, gerekirse neşeyi saklandığı yerden zorla çıkaracağınıza dair sözler vermişsin Aliye’ye. Daha kırk birinde pisi pisine ölüp gitmek de ne oluyor. “Benim ne günahım var, pis bir cinayet beni çekti kopardı Aliye’den mi diyorsun? Günahın var Sabahattin, senin günahın hepimizden çok insan olmak. Memleketin çalkantısı içinde hiçbir şey olmuyormuş gibi dönüp durmak varken, akıntıyı durdurmaya çalışmak, ses çıkarmak, silahla değil mizahla yol almak, okumak, bir şeyleri düzeltmek için daha çok okumak, okudukça okumak, anlatmak, insanlığı anlatmak, seni insan yaptı. Sözünde duramamışsın çok mu? O kadar kusur kadı kızında da olur. Sen gittikten sonra, senin yazdıklarını okurken kendi uyuşukluğundan utanan, kitaba bakınca yüzü kızaran bir çok nesil geldi geçti biliyor musun? Söz dediğin nedir yani? Bu arada Aliye yanındaysa şimdi bana kızmasın, bak kavuştunuz bile.

Gelelim bana... Bakma havalı havalı durum tahlilleri yaptığıma, en çok ben utanıyorum seni ve yaptıklarını düşündükçe biliyor musun? Çünkü biliyorum neleri göze aldığını ve dolayısıyla benim neleri göze alamadığımı. Belki bilmesem bu kadar utanmam. “Bilinç korkunç bir lanettir. Düşünürsün, hissedersin, acı çekersin” diyordu bir filmde, şimdi adını hatırlamıyorum. Bir insanın idealleri, daha güzel bir dünyaya katkısı olması uğruna tek başına göğüsleyebildiği şeyleri bilmeseydim, cahilliğimle ne güzel mutlu mutlu yaşardım şimdi. Ama artık daha fazlasını biliyorum Sabahattin. Memleket sorunlarıyla silahla değil yazıyla mücadele etmenin mükafatı (!) olarak hapsolduğun dört duvar arasında karınla kızının yemeklik yağına kadar düşünmeseydin, ay sonunu nasıl getireceklerini hesaplamasaydın, belki senin bizim gibi etten kemikten olmadığına inanır rahatlatırdım kendimi. Ama bu dünyadan sen geçmişken, senin gibi olamamak bana çok dokunuyor.
Neyse, seni çok yormayayım. Ben yine yazarım, hem belki o zaman neşeli, aydınlık haberler veririm sana. Bu gece olmadı, affet. Daha önce görmememe rağmen çok özledim seni. Bu hissi iyi bilirsin sen, öyle şen şakrak anlatılamaz özlem. Herkesin çok selamı var. Hasretle gözlerinden öperim.

En yakın arkadaşın,

Gülçin

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder