tag:blogger.com,1999:blog-43518551861186602002024-03-19T11:16:33.374+03:00Gunlerden Gulcingülçinhttp://www.blogger.com/profile/15216176104427531129noreply@blogger.comBlogger13125tag:blogger.com,1999:blog-4351855186118660200.post-26795819477798506532015-08-27T12:05:00.003+03:002015-08-31T09:54:07.089+03:00KÜNDEYE GELMEKGüreş sporunu hiç sevmem. Yedi göbek Edirneli olmama rağmen bir kez bile Kırkpınar müsabakalarına gitmedim. Tabii ki her spor türüne büyük özveri ve disiplin gerektirdiği için saygı duyuyorum ancak bu durum ne yazık ki vücutlarını yağlamış amcaların birbirlerini yakalamaya ve yere devirmeye çalışmalarını zevkle seyretmeme yetmiyor. İşte bu sebeplerle, sinemanın önünde durup hangi salona gireceğime karar verirken Foxcatcher Takımı’na pek de hoş olmayan bir önyargıyla yaklaştım.<br />
<br />
Foxcatcher Takımı tam bir güreş filmi. Güreşte olimpiyat şampiyonu olan iki kardeşin (David Schultz ve Mark Schultz), ülkenin en zenginlerinden, güreş âşığı John du Pont ile ilişkilerini konu edinen film gerçek bir hikâyeden sinemaya aktarılmış. Aile, para, başarı, hırs, azim gibi hayatın yapı taşlarına alışılmadık bir kurguyla değinen film izleyiciye dört ayrı koldan katharsis yaşatıyor.<br />
Mark ve David kardeşlerde başarının, aileye verilen önemin ve paranın farklı yansımalarını görüyoruz. David ve Mark’ın ağabey-kardeşten ziyade baba-oğul ilişkisini andıran yakınlıkları aslında oldukça aşina olduğumuz bir durum. David hırslı, azimli, başarılı ve kardeşi Mark’ı kendi çocuklarından ayırmayan bir aile babası olarak izleyicinin kalbinde yer ederken, Mark ağabeyinin gölgesinde kalmayı seçmiş, yine ağabeyinin verdiği taktikler sayesinde olimpiyat şampiyonu olmuş ama asla ağabeyiyle aynı noktaya gelememiş, ağabeyinin bir babaya yaraşır sonsuz şefkat ve özverisine nail olabilmiş ama asla kendi olmamış, adı hep ağabeyiyle anılmış bir genç olarak karşımıza çıkıyor. Paranın gücüyle, hayatında böylesine yeri olan ağabeyini bir kenara koyan Mark, zaman içinde bunun vicdan azabını çok derin bir şekilde yaşıyor.<br />
<br />
Bu aile tablosuna paralel olarak du Pont ailesiyle tanıştırıyor bizi yönetmen Bennett Miller. Sahip olduğu servet ile hobi, arkadaş ve hatta bir kardeş satın alabileceğine inanan John du Pont’un yalnızlığı ve bu yalnızlık içindeki çırpınışları izleyicide film boyunca acıma, öfke vb. birçok duygunun aynı anda uyanmasına yol açıyor. Gurur duyduğu, spor müsabakalarından<br />
kazandığı ödüllerin durduğu “ödül odası”, başta izleyiciyi özendirirken, neredeyse hepsinin para karşılığında temin edildiği öğrenildiği anda bir “utanç odası” haline geliyor. Hiçbir şeyden memnun olmayan, oğluyla asla gurur duymayan, neredeyse hayatı zindan eden anne du Pont ise, John’daki tüm kırıkları açıklar şekilde filmdeki yerini alıyor. İzleyici yer yer kendini John için üzülürken buluyor, hatta hak veriyor ona zaman zaman. Filmin öyküsünü bilmeyenler için şok edici sona gelindiğinde hak verdiğine pişman oluyor bu kez izleyici, hak verdiğine, John için üzüldüğüne yanıyor filmin sonuna kadar. Acımanın yerini ne yazık ki öfke ve üzüntü alıyor artık.<br />
<br />
Steve Carell’in John du Pont rolüyle dünyadaki sayılı oyunculuk performanslarından birini sergilediği film, Mark Ruffalo’nun büyüleyici oyunculuğuyla defalarca yaşamak isteyeceğiniz bir tecrübe vaat ediyor. Yönetmen Bennett Miller’ın kasvetli kurgusu, normal seyrinde giden olaylarda bile izleyicide gerilim yaratmayı başarıyor. Bu kasvet havası John du Pont rolünü üstlenen Steve Carell’in usta performansıyla birleşince filmin bir sonraki anını tahmin edebilmek neredeyse imkânsız hâle geliyor ve film göz kırpmadan izlenebilir oluyor. Güreş sevdasının incelikle işlenmesi, antrenmanların yapıldığı spor salonlarında güreşçilerin istekli ve umutlu bir şekilde yansıtılmaları, izleyicide güreş sporuna ister istemez bir sempati yaratıyor. Tüm bu etmenler birleştiğinde Foxcatcher Takımı güreşten nefret eden beni, filmin sonunda âdeta kündeye getiriyor. İlham verici oyunculuk performansları, gerçek bir öyküden aktarılan enteresan kurgusu, daha önce yaptığı işlerle adından söz ettiren usta yönetmeni ile Foxcatcher Takımı her yaştan izleyiciyi sinema salonlarına çağırıyor.gülçinhttp://www.blogger.com/profile/15216176104427531129noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4351855186118660200.post-81257144262408134442015-08-27T11:58:00.002+03:002015-08-27T11:58:27.186+03:00GİTMEK<div style="text-align: justify;">
On yaşındayım. İlk kez bir taşınma macerasında buluyorum kendimi. İstanbul’un büyük bir ilçesi olan Bakırköy’den Trakya’nın küçük bir ilçesi olan Babaeski’ye taşınıyoruz. Ablamın orada iş bulması ana sebebimiz ama babamın Babaeskili oluşu da oldukça büyük bir etken tabii. Babaeski’ye, her yaz tatilinde babaannemi görmek için gittiğimizden aşinayım. İstanbul’da, başıma bir şey gelir endişesiyle yalnız başıma dışarıda oynamama izin verilmezken, Babaeski’de sabah çıkıyorum evden, akşam ezan okunurken giriyorum. Mahalledeki arkadaşlarımla bildiğimiz bütün oyunları bitirdikten sonra yeni oyunlar icat etmeye başlıyoruz. Babaeski’den İstanbul’a her dönüşüm hüzünlü, çünkü bacak kadar boyumla özgürlüğümün elimden alındığına inancım tam. İşte bu sebeplerle İstanbul’dan Babaeski’ye taşındığımız için benden mutlusu yok. Annemler de en az benim kadar memnunlar. O zamanlar neden olduğunu pek anlamıyorum ama sürekli küçük şehirde yaşamaya heves ettiklerinden bahsedip duruyorlar. Güle oynaya taşınıyoruz Babaeski’ye.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Ancak çok geçmeden jeton düşüyor bende. Sineması bile olmayan, kısacası sosyal yaşam adına hiçbir şey vadetmeyen bu küçük ilçenin zorlukları ilk gençlik yıllarımda beni oldukça rahatsız etmeye başlıyor. Sokakta oynama yaşım da geçtiğine göre hiçbir şey mutlu etmiyor beni. İstanbul’dan geldiğimiz için her gün biraz daha kızıyorum aileme. Annemlerde ise aksi bir durum söz konusu. Küçük bir ilçede yaşadığımız yetmiyormuş gibi şimdi de bahçeli, küçük, benim o zamanlar “köy evi” diye adlandırdığım müstakil bir evde yaşama planlarından bahsediyorlar. Toprakla, çiçekle uğraşmak istiyorlarmış. Bir türlü anlayamıyorum hayatının 25 yılını İstanbul gibi bir cennette geçirmiş bu insanların küçük bir bahçeli evde nasıl mutlu olacaklarını ve gün geçtikçe daha çok küsüyorum onlara. Bu küçük kasabada başka yapacak bir şey bulamayınca İlçe Halk Kütüphanesi’nin müdavimi oluyorum. Daha çok kitap istiyorum, daha çok imkân, daha çok İstanbul. Kafesin içinde hissediyorum kendimi ve kafes gün geçtikçe daralıyor.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Ne olmak istediği sorusuna “İstanbul’da okumak istiyorum” diye cevap veren kızımızın yüzüne üniversite sınav sonucu tokat gibi iniyor: Ankara. Yine de pek mutluyum büyük şehirde yaşamaktan. Çok da seviyorum Ankara’yı, her caddesini, her sokağını. Ama ne yazık ki yavaş yavaş geçim derdi boy göstermeye başlıyor. Annemin yıllarca verdiği nasihatler bir kulağımdan girip diğer kulağımdan çıkıyor. Bu büyük şehirde kendimi mutlu edebilmek için kredi kartlarıma yüklendikçe yükleniyorum. Sonra borcumu ödeyebilmek için nefret ettiğim bir işte çalışırken buluyorum kendimi. Nefret ettiğim bu iş hayatımı öyle bir sıkıntı içine sokuyor ki bu sefer oksijen almak için sarılıyorum kredi kartlarına. Kredi kartları için çalıştığım, ama bir yandan da çalıştığım için kredi kartlarına yaslandığım iğrenç bir paradoksun içinde buluyorum kendimi. Hayata dair beni neyin mutlu ettiğine dair bir fikrim yok, anlık mutluluklardan günler, haftalar, aylar yaratmaya çalışıyorum. Büyük bir illüzyonun içindeyim ama sihirbaz bir türlü parmağını şıklatmıyor. Sürekli sorguluyorum kendimi, hayattan beklentilerimi. Az çok cevabım var bu sorulara ama yirmi üç yaşında olmasına rağmen yüreğim yorgun, bir panzehir bulmaya yetecek mecali kalmamış. Büyük şehir gittikçe yutuyor beni, Babaeski’yi düşlüyorum. Derken bir gün, tüm bu yakarışları duymuş gibi Tanrı bir armağan veriyor bana Ankara’da: aşk. İnsanoğlunun milyarlarca eşleniğinden birini seçmesi ve istemsizce aynı hareketi gerçekleştirmeye programlanmış kalbinin sadece bir insanın sesiyle şaha kalkması ne kadar garip. Tek kişilik dünyamın nüfusuna bir kişi daha ekleniyor. Rengarenk ve kıpır kıpır olan bu dünya Ankara’nın keşmekeşine sığmıyor. Kafesin içinde iki kuş var şimdi. Gitmek istiyorum sevgilimle. Küçük bir kasabaya. Renklerimizle coşacak küçük, bahçeli, toprakla uğraşabileceğimiz bir köy evimiz olur belki.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Bu arada... Anne! Şimdi anladım babamı ne kadar çok sevdiğini...</div>
gülçinhttp://www.blogger.com/profile/15216176104427531129noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4351855186118660200.post-75732739148784449462015-08-27T11:56:00.002+03:002015-09-02T16:16:55.151+03:00BİZİM BÜYÜK UMUDUMUZ<div style="text-align: justify;">
Ben Ankara’ya Kızılay’da âşık oldum ilkin. Küçük bir kasabadan gelmiş 17 yaşında bir genç kız olarak büyülendim Atatürk Bulvarı boyunca uzanan ışıklı dükkânları görünce. Bahçelievler’de perçinledim bu tutkumu. 7. Cadde hüznüme, sevincime, umuduma, hayalime pek çok kez yoldaşlık etti. Caddenin ortasındaki kestaneci amcaya birçok akrabamdan daha yakın hissederim kendimi. Yıllar geçtikçe her bir sokağına, her bir caddesine bağlandım Ankara’nın. İşte bu bağlılığım, Barış Bıçakçı’nın Bizim Büyük Çaresizliğimiz eserini okurken hatırı büyük bir dost mektubu okuyormuşum gibi hissetmeme yol açtı. Birçok yönüyle bende büyük izler bırakan bu romanın Ankara’da geçiyor olması, sürpriz bir şekilde sunulmuş bir armağan gibiydi bana.<br />
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Ender ve Çetin… Bu hikâyenin iki kahramanı. Her gün otobüste, metroda, markette, kestanecinin başında gördüğümüz bizim gibi(!) sıradan insanlar aslında. Aynı bizim gibi, yaşam kavgasına düşmüş, sevdikleri yemeklerle, dinledikleri şarkılarla, saçlarını tarama şekilleriyle var olan iki insan. O kadar bizdenler ki bir arkadaşımızın günlüğünü gizlice okuyormuşuz gibi hissediyoruz romanda ilerledikçe. Edebiyata düşkün olan Ender’in ağzından dinliyoruz tüm hikayeyi. Öylesine sıkı iki dost ki bu iki adam, böylesine büyük bir dostluğu aşktan ayıran şey ne diye sordurdu bana çoğu kez. Aynı evde yaşayan, birbirini koruyan kollayan, birbirinin sevdiklerini iyi bilen, her şeyi birbirinin gözünden okuyan, ortak noktaları bol bu iki adam, hiç şaşırtıcı olmayacak bir şekilde nihayet aynı kıza (Nihal) “âşık” olduklarında, biz, yani büyük çoğunluğun aksine seviniyorlar. Evet, seviniyorlar şerefine kadeh kaldıracakları bir ortaklıklarının daha çıkmasına. Beynimizden vurulmuşa dönüyoruz bu noktada. Bir türlü anlam veremiyoruz aslında aynı kızı sevmenin aynı yemeği sevmekten farklı olmadığına, sevmek eyleminin tüm nesnel oluşumların üstünde olduğuna. Aynı kıza âşık olmalarıyla değil, seslerinin dışarıdaki çocuk sesleri arasında olmayışıyla niteliyor kendi “büyük çaresizliklerini” Ender. Bu noktada “bizim büyük çaresizliğimiz”sevgiye hak ettiği değeri vermeyi reddediyor oluşumuz galiba.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Aslında bu roman hayatın sürekli tekrar etmesinden alıyor bütün tılsımını. Bu nedenle hayatı doya doya yaşamamız gerektiğini öğütlüyor ve yapılacak en yanlış şeyi bu geri dönüşü olmayan zaman çarkında sevmeyi ve sevilmeyi, esasen yaşamayı reddetmek olarak tanımlıyor. Aynı zamanda romanda sık sık insanoğlunun varoluş sorunsalı üzerinden bir takım çıkarımlarda bulunuluyor. Aklımızın garip dünyasına giren kapıları açıyor. Kitabı okudukça, Ender’in de dediği gibi, hayatımızın her anında sürekli kendimizi olumlayacak, tüm yaptıklarımızı haklı çıkaracak şeyler bulduğumuzu fark ediyoruz. Kendimize ve vicdanımıza karşı haklı çıkmadıkça nefes alamadığımızı farkediyoruz. Huzuru, tercih edilmesi pek hoş olmayan bir yolla temin ediyoruz yani. Mekanizmanın böyle işliyor oluşu elbette ki yer yer ürkütüyor bizi ama sistemin bunu gerektirdiğini duyumsayınca “insanoğlu işte” diyoruz, o büyük kazanda yalnız olmadığımızı düşünüp rahat bir nefes alıyoruz. “Nihal” üzerinden hepimize büyük bir hayat sorgulaması yaptıran sorular soruyor bu eser. Ender’in verdiği her cevap yüzümüze bir tokat gibi iniyor, bencilliğimizden, iki yüzlülüğümüzden ve şatafatımızdan utanıyoruz ve belki de ilk defa yalınlığa bu denli özeniyoruz.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Sonunda ne olacak dedirten kitapların aksine sonu hiç gelmesin istenen bir kitap aslında bu. Nitekim aslında bitmiyor da hikâye. Yarın ne olacağını bilmiyoruz, elimizde sadece Ender’in tabii ki Çetinli hayalleri var. Bir yerden tanıdık geldi mi? Yarına dair elimizde sadece hayallerimiz yok mu? Hafta sonu gideceğimiz pikniği düşünmek her şeyden çok mutlu etmiyor mu bizi? Hafta sonu başında bekleyeceğiniz mangal gibi içinizi ısıtacak Bizim Büyük Çaresizliğimiz, sizi kıskıvrak yakalayıp yine size sizi anlatacak, hatta sizin büyük umudunuz olacak belki de. O yüzden şimdi bir çay demleyin de sandalyenizi camın önüne koyup usul usul yağan karı izleyin. Çünkü hayat çok güzel.</div>
gülçinhttp://www.blogger.com/profile/15216176104427531129noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4351855186118660200.post-60742025103382844522015-08-27T11:55:00.004+03:002015-08-27T11:55:42.017+03:00NORA<div style="text-align: justify;">
On beş yaşındayım. Çok yakın bir arkadaşım, büyüdüğüm küçük kasabadan sadece on dört kilometre uzaktaki görece daha büyük bir kasabada akşam saatlerinde başlayacak bir doğum günü partisi düzenliyor. Hayatımda ilk kez kendi başıma şehir değiştireceğim için çekiniyorum ailemden izin almaktan. Tabii çocuklarını baskı altında büyütmemeye yemin etmiş bir ailede büyüdüğümün henüz farkında değilim. Çok yalvarmama gerek kalmadan koparıyorum izni. Kimbilir belki de yalvarmadığım için ailemin sıkı sıkı tembih ettiği eve dönüş saatine itaat etmeye çok da gerek olmadığını düşündüm. Henüz cep telefonlarının olmadığı bir zamanda, eve bir buçuk saat geç döndüğümde annemi ağlarken buluyorum. Hiç kızmıyor, uzun uzun ağlıyor. Keşke kızsa... “Anne olunca anlarsın” diyor ve devam ediyor ağlamaya. Yeni bebeği olan ablam, gencecik oğlunu toprağa vermiş halam, alt komşu Melahat Teyze herkes bir şeyleri anne olunca anlayacağımdan bahsedip duruyor. Bense önce “kadın” olmanın derdindeyim. Toplum tarafından kutsanan “anne” kimliğinden önce toplum tarafından benimsenmeyen “kadın” kimliğini kullanmaktan yanayım. Muhtemelen anne olmadığım için anlayamadığımı(!) kara kara düşünürken, Nora ile tanıştım.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
1800’lerin sonunda Norveç’te yaşıyor Nora Helmer. Âşık olduğu bir kocası, üç tane birbirinden sevimli çocuğu var. Çocukları sayesinde küçükken çok sevdiği evcilik oyunundan kopmak zorunda kalmamış. Zaten evlenmesiyle evciliği bırakması arasında pek bir zaman farkı da yok. İyi bir ev kadını. Cilveli, neşeli, hamarat, her şeyden önemlisi güzel. Musmutlu bir hayat sürerlerken birden kocası Torvald hastalanıveriyor, doktorlar Akdeniz havasının iyi geleceğini söylüyorlar. Bu da üç çocuklu Helmer ailesi için oldukça büyük bir maddi yük. Kocasının tarla kuşu Nora, Torvald’a babasından aldığını söyleyerek, bir şekilde denkleştiriyor parayı. Ailesinin geleceğini kurtarmak için koca bir borcun altına giriyor, hem de kefil gösterdiği babasının yerine attığı sahte bir imzayla. Neyse ki değiyor bu riske, kocası kurtuluyor. Nora, dişinden tırnağından arttırıyor, günü gününe ödüyor borcunu, yaptığı fedakârlığın gururuyla. Evet, gurur. Çok gurur duyuyor kendiyle. Çünkü kendisi gibi kadın olan en yakın arkadaşı bile “kadın” olmasından dolayı yaptığı her işi, kurduğu her cümleyi küçümsüyor. Nora da ne yapsın? Bir gün bu sahte imza olayı başına iş açıyor Nora’nın, alacaklısı tehdit ediyor mahkemeye vermekle. Cezası ağır çünkü bu sahtecilik işlerinin.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Nora’nın gözü pek. Hemen korkmuyor öyle. Adalete inancı tam. Suçlu olan bir yanı yok ki? Kocasının hayatını ve çocuklarının geleceğini kurtarmak için “kadın” haliyle yaptığı bu yüce fedakârlık neden suç olsun ki? Yine de kocasının kulağına gitsin istemiyor. Çünkü biliyor ki Nora, kocası ona çok âşık. Böyle bir durumdan haberdar olursa Nora’yı kurtarmak için suçu üstlenir ve bankadaki işi tehlikeye girer. Bir şekilde öğreniyor Torvald durumu ve ne yazık ki olaylar Nora’nın tahmin ettiği gibi gelişmiyor. Torvald “kadın” olduğu için bu duruma düştüğünü pek de hoş olmayan bir şekilde bağırıyor Nora’nın yüzüne. Nora susuyor. Böyle bir kadının (!) çocuklarına annelik edemeyeceğinin altını çizerek hakaret ediyor Nora’ya. Nora susuyor. Beş dakika sonra alacaklı insafa gelip senedi yolladığından hemen ağız değiştiriyor Torvald, Nora’yı bağışladığını söylüyor. Nora susuyor. Hayatını değiştirme kararı verdiğinde gidip üstünü değiştiriyor. Binlerce kadının binlerce yıldır attığı çığlığı kelimelere döküyor Nora. Kadın olduğunu hatırlıyor. Sekiz yıldır kendi evinde bir birey değil, bir figür olduğunu öğrenmesi pek hoş değil tabii. Ve gidiyor Nora. Üç çocuğunu bırakarak, ardına bile bakmadan. Çünkü biliyor “kadın” olmadan “anne” olamayacağını. Tarihte ilk defa bir anne “gidiyor”. Biz, anne adayları, anneler, babalar kanımız donmuş şekilde ama hak vererek bakakalıyoruz arkasından. Nora anne olmasına rağmen anlamıyor. Nora gidiyor.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Teşekkürler Henrik, beni Nora ile tanıştırdığın için.</div>
gülçinhttp://www.blogger.com/profile/15216176104427531129noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4351855186118660200.post-61925754133123589162015-08-27T11:54:00.004+03:002015-08-27T11:54:36.106+03:00SABAHATTİN’E<div style="text-align: justify;">
Sevgili Sabahattin,</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Kusura bakma, “Sabahattin” diyorum. Neden mi? Belki haberin yok ama biraz önce yakın arkadaş olmanın ilk adımını attık ikimiz. Sen benimle sırlarını paylaştın. Gerçi istemeden yaptın galiba ama sonuçta bu dünyadaki vekilinin, kızının isteğiyle yaptın bunu. Yakın arkadaşlığa geçiş sürecimizi tamamlayabilmek için benim de sana bazı sırlarımı vermem gerek. Yanılıyor muyum? Sıkı dur, bu mektup tam olarak bu vesileyle yazılıyor. İlk kez on yıl önce uzaktan gördüm hazinelerinden birini. Kim kitabına Kürk Mantolu Madonna diye isim koyar ki! “O zamanlar Madonna var mıydı ya!” diye büyük bir şaşkınlık geçirmiştim. Bu ne cahillik dediğini duyar gibiyim. Üzgünüm ama herkes annesinin karnında öğrenmiyor böyle şeyleri, hem de ortada koca bir “Madonna” dururken. Bu arada günümüz Madonna’sını tanıyor musun? Neyse bu bambaşka bir konu. İşte o gün hazinen beni cezbetti. O gün bugündür senin haberin olmasa da ben seninle tanışıyorum. On yıla yayılan bu tanışma halinin büyük bir kısmı karın Aliye ve kızın Filiz’e yazdığın mektupları okumamla tamamlandı az önce. Kızma ama kızının izni olduğunu söylemiştim.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Yirmi sekiz yaşında Aliye’ye âşık olduğunu öğrendim. Biraz geç kalmışsın, bayağı güzel kız çünkü. Sen de dünya üzerinde en umutlu, en ümitvar âşık olmaya adaysın ama laf aramızda. Aşkı en sıcak renklerle anlatıyorsun hep. Aliye’nin neşesini övüyorsun. Aliye’ye özendiğinden mi bu? Daha o zamandan memleket meseleleri seni öyle sarsıyor ki, belki herkesten fazla sarsıyor, sen de ne yapacaksın, Aliye’nin herkese yetecek potansiyel neşesine sarılıyorsun, değil mi? Haklısın. Gözleri parlıyor Aliye’nin. Fotoğraftan bile belli olduğuna göre kim bilir sana bakarken nasıldı? Şanslı adamsın vesselam. Sözünü tutamayan bir şanslı adam. Bir ömür neşe içinde olacağınıza, gerekirse neşeyi saklandığı yerden zorla çıkaracağınıza dair sözler vermişsin Aliye’ye. Daha kırk birinde pisi pisine ölüp gitmek de ne oluyor. “Benim ne günahım var, pis bir cinayet beni çekti kopardı Aliye’den mi diyorsun? Günahın var Sabahattin, senin günahın hepimizden çok insan olmak. Memleketin çalkantısı içinde hiçbir şey olmuyormuş gibi dönüp durmak varken, akıntıyı durdurmaya çalışmak, ses çıkarmak, silahla değil mizahla yol almak, okumak, bir şeyleri düzeltmek için daha çok okumak, okudukça okumak, anlatmak, insanlığı anlatmak, seni insan yaptı. Sözünde duramamışsın çok mu? O kadar kusur kadı kızında da olur. Sen gittikten sonra, senin yazdıklarını okurken kendi uyuşukluğundan utanan, kitaba bakınca yüzü kızaran bir çok nesil geldi geçti biliyor musun? Söz dediğin nedir yani? Bu arada Aliye yanındaysa şimdi bana kızmasın, bak kavuştunuz bile.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Gelelim bana... Bakma havalı havalı durum tahlilleri yaptığıma, en çok ben utanıyorum seni ve yaptıklarını düşündükçe biliyor musun? Çünkü biliyorum neleri göze aldığını ve dolayısıyla benim neleri göze alamadığımı. Belki bilmesem bu kadar utanmam. “Bilinç korkunç bir lanettir. Düşünürsün, hissedersin, acı çekersin” diyordu bir filmde, şimdi adını hatırlamıyorum. Bir insanın idealleri, daha güzel bir dünyaya katkısı olması uğruna tek başına göğüsleyebildiği şeyleri bilmeseydim, cahilliğimle ne güzel mutlu mutlu yaşardım şimdi. Ama artık daha fazlasını biliyorum Sabahattin. Memleket sorunlarıyla silahla değil yazıyla mücadele etmenin mükafatı (!) olarak hapsolduğun dört duvar arasında karınla kızının yemeklik yağına kadar düşünmeseydin, ay sonunu nasıl getireceklerini hesaplamasaydın, belki senin bizim gibi etten kemikten olmadığına inanır rahatlatırdım kendimi. Ama bu dünyadan sen geçmişken, senin gibi olamamak bana çok dokunuyor.</div>
<div style="text-align: justify;">
Neyse, seni çok yormayayım. Ben yine yazarım, hem belki o zaman neşeli, aydınlık haberler veririm sana. Bu gece olmadı, affet. Daha önce görmememe rağmen çok özledim seni. Bu hissi iyi bilirsin sen, öyle şen şakrak anlatılamaz özlem. Herkesin çok selamı var. Hasretle gözlerinden öperim.</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
En yakın arkadaşın,</div>
<div style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div style="text-align: justify;">
Gülçin</div>
gülçinhttp://www.blogger.com/profile/15216176104427531129noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4351855186118660200.post-55166186895599699542011-10-15T09:04:00.004+03:002011-10-15T09:04:35.979+03:00ON TANE ADAM<br />
<div class="MsoNormal">
<span>On tane birbirinden
farklı adamla tanıştım yakın zamanda.. O kadar farklılar ki, hem birbirlerinden
hem de çevrelerinden… Maharetlerine<span>
</span>şaşırmakla geçiyo günlerim.. şaırmak dediysem, hayran olmadan bi önceki
aşama işte… bi kere bu on tane adamın hepsi “Allah özene bezene yaratmış”
cümlesini en çok ben haklı çıkarıcam diye yemin etmiş olmalı ki hangisinin daha
yakışıklı olduğuna pek karar veremiyorum. Yani evet karınlarında baklavaları
yok belki ama kendi pufuduklarında o kadar yakşıklılar ki olmaz olsun baklava
diyorum : ) Gözlerimi ayıramıyorum filan bakarken.. Gülçin diyorum, on tane yaa
diyorum, ayıp değil mi diyorum… İçimdeki Sincanlı durur mu? “nesi ayıp be,
benim hepsi, hem güzele bakmak…” diye ağzını köpürte köpürte konuşuyo
durmaksızın..dokunmaya çalışıyorum gördükçe, evet hepsine birden.. hepini
hissetmek istiyorum, dokundukça heyecanlanıyorum, kalbim bi yerlerde bi tur
atıp geliyo … Bi de yüce rabbim durmamış, ne kadar yetenek varsa hepsini bu on
adam arasında bölüştürmemiş mi? “Yani yakışıklı filan da boş biraz” bile
diyemiyo insan onuna birden.. kiminin müzik yeteneği, kiminin yazma yeteneği,
kiminin<span> </span>yemek yapmaları filan, kiminin kıvrak
becerileri..Daha da neler var…<span> </span>Hepsinin
ismi aynı ama, o biraz değişik: parmak… Hepsi dünyanın en güzel yerinde senin
ellerinde yaşıyolar sevgilim… Sıfatları farklı biraz, kimisi başı çekiyo,
kimisi biraz edepsiz, kimisi serçe narinliğinde, bi kaç tane de işaret etmeyi
seven filan var ama hepsinin adı ne hikmetse parmak..Ve ben onların hepsine
birden aşık oldum galiba.. Bugün hepsini ayrı ayrı çok özlüyorum, hepsini
koklamak, belimde kavuşturmak istiyorum, seni çok seviyorum bitanem.. Günlerden
on tane adam.. Sevgiler…<o:p></o:p></span></div>gülçinhttp://www.blogger.com/profile/15216176104427531129noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4351855186118660200.post-69090255278587053402011-06-20T11:32:00.002+03:002011-06-20T11:32:38.168+03:00GÜNEŞ<!--[if gte mso 9]><xml> <w:WordDocument> <w:View>Normal</w:View> <w:Zoom>0</w:Zoom> <w:TrackMoves/> <w:TrackFormatting/> <w:HyphenationZone>21</w:HyphenationZone> <w:PunctuationKerning/> <w:ValidateAgainstSchemas/> <w:SaveIfXMLInvalid>false</w:SaveIfXMLInvalid> <w:IgnoreMixedContent>false</w:IgnoreMixedContent> <w:AlwaysShowPlaceholderText>false</w:AlwaysShowPlaceholderText> <w:DoNotPromoteQF/> <w:LidThemeOther>TR</w:LidThemeOther> <w:LidThemeAsian>X-NONE</w:LidThemeAsian> <w:LidThemeComplexScript>X-NONE</w:LidThemeComplexScript> <w:Compatibility> <w:BreakWrappedTables/> <w:SnapToGridInCell/> <w:WrapTextWithPunct/> <w:UseAsianBreakRules/> <w:DontGrowAutofit/> <w:SplitPgBreakAndParaMark/> <w:DontVertAlignCellWithSp/> <w:DontBreakConstrainedForcedTables/> <w:DontVertAlignInTxbx/> <w:Word11KerningPairs/> <w:CachedColBalance/> </w:Compatibility> <m:mathPr> <m:mathFont m:val="Cambria Math"/> <m:brkBin m:val="before"/> <m:brkBinSub m:val="--"/> <m:smallFrac m:val="off"/> <m:dispDef/> <m:lMargin m:val="0"/> <m:rMargin m:val="0"/> <m:defJc m:val="centerGroup"/> <m:wrapIndent m:val="1440"/> <m:intLim m:val="subSup"/> <m:naryLim m:val="undOvr"/> </m:mathPr></w:WordDocument> </xml><![endif]--><!--[if gte mso 9]><xml> <w:LatentStyles DefLockedState="false" DefUnhideWhenUsed="true"
DefSemiHidden="true" DefQFormat="false" DefPriority="99"
LatentStyleCount="267"> <w:LsdException Locked="false" Priority="0" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" QFormat="true" Name="Normal"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="9" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" QFormat="true" Name="heading 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="9" QFormat="true" Name="heading 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="9" QFormat="true" Name="heading 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="9" QFormat="true" Name="heading 4"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="9" QFormat="true" Name="heading 5"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="9" QFormat="true" Name="heading 6"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="9" QFormat="true" Name="heading 7"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="9" QFormat="true" Name="heading 8"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="9" QFormat="true" Name="heading 9"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="39" Name="toc 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="39" Name="toc 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="39" Name="toc 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="39" Name="toc 4"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="39" Name="toc 5"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="39" Name="toc 6"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="39" Name="toc 7"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="39" Name="toc 8"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="39" Name="toc 9"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="35" QFormat="true" Name="caption"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="10" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" QFormat="true" Name="Title"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="1" Name="Default Paragraph Font"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="11" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" QFormat="true" Name="Subtitle"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="22" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" QFormat="true" Name="Strong"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="20" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" QFormat="true" Name="Emphasis"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="59" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Table Grid"/> <w:LsdException Locked="false" UnhideWhenUsed="false" Name="Placeholder Text"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="1" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" QFormat="true" Name="No Spacing"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="60" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light Shading"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="61" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light List"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="62" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light Grid"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="63" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Shading 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="64" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Shading 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="65" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium List 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="66" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium List 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="67" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="68" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="69" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="70" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Dark List"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="71" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful Shading"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="72" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful List"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="73" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful Grid"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="60" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light Shading Accent 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="61" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light List Accent 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="62" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light Grid Accent 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="63" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Shading 1 Accent 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="64" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Shading 2 Accent 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="65" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium List 1 Accent 1"/> <w:LsdException Locked="false" UnhideWhenUsed="false" Name="Revision"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="34" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" QFormat="true" Name="List Paragraph"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="29" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" QFormat="true" Name="Quote"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="30" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" QFormat="true" Name="Intense Quote"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="66" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium List 2 Accent 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="67" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 1 Accent 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="68" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 2 Accent 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="69" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 3 Accent 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="70" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Dark List Accent 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="71" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful Shading Accent 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="72" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful List Accent 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="73" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful Grid Accent 1"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="60" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light Shading Accent 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="61" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light List Accent 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="62" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light Grid Accent 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="63" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Shading 1 Accent 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="64" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Shading 2 Accent 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="65" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium List 1 Accent 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="66" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium List 2 Accent 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="67" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 1 Accent 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="68" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 2 Accent 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="69" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 3 Accent 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="70" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Dark List Accent 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="71" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful Shading Accent 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="72" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful List Accent 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="73" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful Grid Accent 2"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="60" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light Shading Accent 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="61" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light List Accent 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="62" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light Grid Accent 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="63" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Shading 1 Accent 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="64" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Shading 2 Accent 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="65" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium List 1 Accent 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="66" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium List 2 Accent 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="67" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 1 Accent 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="68" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 2 Accent 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="69" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 3 Accent 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="70" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Dark List Accent 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="71" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful Shading Accent 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="72" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful List Accent 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="73" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful Grid Accent 3"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="60" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light Shading Accent 4"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="61" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light List Accent 4"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="62" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light Grid Accent 4"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="63" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Shading 1 Accent 4"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="64" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Shading 2 Accent 4"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="65" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium List 1 Accent 4"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="66" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium List 2 Accent 4"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="67" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 1 Accent 4"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="68" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 2 Accent 4"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="69" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 3 Accent 4"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="70" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Dark List Accent 4"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="71" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful Shading Accent 4"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="72" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful List Accent 4"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="73" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful Grid Accent 4"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="60" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light Shading Accent 5"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="61" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light List Accent 5"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="62" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light Grid Accent 5"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="63" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Shading 1 Accent 5"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="64" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Shading 2 Accent 5"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="65" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium List 1 Accent 5"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="66" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium List 2 Accent 5"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="67" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 1 Accent 5"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="68" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 2 Accent 5"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="69" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 3 Accent 5"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="70" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Dark List Accent 5"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="71" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful Shading Accent 5"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="72" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful List Accent 5"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="73" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful Grid Accent 5"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="60" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light Shading Accent 6"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="61" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light List Accent 6"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="62" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Light Grid Accent 6"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="63" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Shading 1 Accent 6"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="64" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Shading 2 Accent 6"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="65" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium List 1 Accent 6"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="66" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium List 2 Accent 6"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="67" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 1 Accent 6"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="68" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 2 Accent 6"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="69" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Medium Grid 3 Accent 6"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="70" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Dark List Accent 6"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="71" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful Shading Accent 6"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="72" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful List Accent 6"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="73" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" Name="Colorful Grid Accent 6"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="19" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" QFormat="true" Name="Subtle Emphasis"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="21" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" QFormat="true" Name="Intense Emphasis"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="31" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" QFormat="true" Name="Subtle Reference"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="32" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" QFormat="true" Name="Intense Reference"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="33" SemiHidden="false"
UnhideWhenUsed="false" QFormat="true" Name="Book Title"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="37" Name="Bibliography"/> <w:LsdException Locked="false" Priority="39" QFormat="true" Name="TOC Heading"/> </w:LatentStyles> </xml><![endif]--><!--[if gte mso 10]> <style>
/* Style Definitions */
table.MsoNormalTable
{mso-style-name:"Table Normal";
mso-tstyle-rowband-size:0;
mso-tstyle-colband-size:0;
mso-style-noshow:yes;
mso-style-priority:99;
mso-style-qformat:yes;
mso-style-parent:"";
mso-padding-alt:0cm 5.4pt 0cm 5.4pt;
mso-para-margin-top:0cm;
mso-para-margin-right:0cm;
mso-para-margin-bottom:10.0pt;
mso-para-margin-left:0cm;
mso-pagination:widow-orphan;
font-size:11.0pt;
font-family:"Calibri","sans-serif";
mso-ascii-font-family:Calibri;
mso-ascii-theme-font:minor-latin;
mso-fareast-font-family:"Times New Roman";
mso-fareast-theme-font:minor-fareast;
mso-hansi-font-family:Calibri;
mso-hansi-theme-font:minor-latin;}
</style> <![endif]--> <br />
<div class="MsoNormal"><b>Saat sabaha karşı beş sularında “Aaa hava neden bu kadar aydınlık ki?” diye saçma görünen ama aslında zaman kavramından sıyrılmışlığımın ipuçlarını veren soruyu sormamın üzerinden çok geçmemişti daha.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Önce gözün gözü görmediği kocamaaannn bi sis deryasına dalıverdik. Trafik korkumun sisle karşılaşmasından doğan endişeyi dillendirmek üzereydim ki bu sefer, kara göründü sis deryasının sonunda. O ürkütücü sis yerini nerdeyse elimizle tutabileceğimiz pamuk bulutlara bırakmıştı. Öylesine alçalmıştı ki bulutlar, müthiş bi doğa olayının en büyük şahidiymişimcesine, büyük bi heyecanla sana döndüm, ama sen çoktan yol almıştın rüyalar aleminde. Ne tesadüftür ki, ki bayılırım en tadına doyulmaz tesadüflere, başın egemenliğini aynı benim başım gibi çoktan ilan etmiş, uyurken kontrolsüzce salınım hareketi yapıyodu. Gülümsedim, dedim ya tesadüf ki durumların en güzeli. Ben öylece bakarken sana, bulutlar da boş durmamış iyiden iyiye alçalmıştı, adeta pencerenin yanında beraber yolculuk yapıyoruz. Noluyo ki ya nedir bu bulutlardaki basınçsal huzursuzluk, diye düşünürken ben,<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>güneş gösteriverdi tüm maharetini.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Bulutlar selamlıyolarmış meğer güneşi. Kusursuz bi güzellikle doğarken, gölge etmekten daha terbiyesizce bişey olamaz diye düşündüklerinden herhalde. Ağaçlar, nasıl parlak, bulutları üstünde, bi de gün doğuyo üstlerine parlaklı... Tüm zamanların en güzel gündoğumunu tek başıma izlerken ben, sen yine gezmelere yollamıştın başını.. kah sağda kah solda serbestçe sallanıyodu kimbilir hangi rüyaların peşinde. Napsam acaba yaa, yastik filan mı bulsam bi şekilde diye düşünürken, hop, güneş senin yüzüne doğmaya başlamasın mı? Yastık, mastık unutmuşum tabi o ara, hep görülebilen bişey değil gündoğumu benim gibi uykulara doymazken :) Tam dalmışım izliyorum güneşin haşmetini pembe yanaklarında, fıt diye düşüvermesin mi yeniden başın. Başımı omzuna yasladım sonra düşerse benim başıma düşsün ya, orda sabitlenir belki hem diye, öyle de oldu, bi süre başardım ama omzunda yarattığım çöküntüyü de göz önüne alarak bi kar-zarar tablosu yaptım, kalktım bi yarım saat sonra... Yarım saat pratik iyi gelmişti ama kafa kaslarına, sallanmalardan eser kalmadı. Gözümü kapadım ben de sonra başımı cama yaslayıp, saçlarım burnumu gıdıklayana kadar bi kaç rüya attırıverdim.. Sonrasını da biliyosun işte :) “hatırda kalmaz, satırda kalır” ın en bilinen temsilcilerindenim ya ben, kaçırdığın bişey kalmasın, işimi garantiye alıyım istedim. Günün adını çoktaaan merak etmeye başlamışsındır sen bu arada... Gün adını adeta ihtilalle aldı bu kez.... Günlerden en haşmetli haliyle güneş... Sevgiler...</b></div>gülçinhttp://www.blogger.com/profile/15216176104427531129noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4351855186118660200.post-63695044947152398062011-02-09T15:55:00.000+02:002011-02-09T15:55:27.341+02:00GÜNLERDEN NURŞEN<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjbx7wLlPNIYGKPqKM6rpYWdfhpIBibm1TnR2liO6hLsqqa_yYPlT5JOGb7FyY9c8CqXRU0fgn13YgQ3bEDA8l0bmIuePEcjrTbZrNrvhk1BV2JGNFHZVWS2ZOf7jVe3cYNqCFab1xpOHCC/s1600/40069_429285976519_647171519_4942441_6660779_n.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="240" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjbx7wLlPNIYGKPqKM6rpYWdfhpIBibm1TnR2liO6hLsqqa_yYPlT5JOGb7FyY9c8CqXRU0fgn13YgQ3bEDA8l0bmIuePEcjrTbZrNrvhk1BV2JGNFHZVWS2ZOf7jVe3cYNqCFab1xpOHCC/s320/40069_429285976519_647171519_4942441_6660779_n.jpg" width="320" /></a></div>Bu ilk denemem değil. Bi kaç gündür uğraşıyorum deli gibi. Şu en yakından tanıdığımız "giriş-gelişme-sonuç" şeklinde bi şeylere karalamaya çalışıcam. Konuşur gibi yazmayı sevdiğimden bi kaç hatam olucak artık onu da mazur görürsün di mi? Görürsün, bilirim..Neleri mazur görmedin ki zaten o kocaman yüreğinle...Kocaman konusunda ciddiyim ha, hiç bi abartı yok. Az kişi bilir yaptığın büyük fedakarlıkları.Dile kolay altmış kişiden kırk beşinin döküldüğü, mezun olabilmemiz için en büyük bariyer olan tasarım dersinden, hepimizin dilini uçuklatan notu aldıktan sonra sırf ortalama yükselsin de bi kaç arkadaşın daha geçebilsin diye hocaya "lütfen benim notumu düşürün biraz" şeklinde yalvardığını bilen çok kişi var mı bilmiyorum ama bilsinler istiyorum. Bize dört yılımızı en konsantre haliyle veren yıllığın hazırlanmasında milyonlarca işinin arasında deli gibi koşturduğunu hatırlıyorum..Bütün sorumlulukların altına gıkını çıkarmadan girmiş, kimselere de tek kelime şikayet etmemiştin bu konuda. Onlar arsızlık yapıp sana yüklendiklerinde de mağrur bi gururla göğüsledin hepsini, yine kırmadın kimseyi, yapmadın. Kağıt üzerinde değil belki ama gönüllerin editörü oldun boyuna posuna bakmadan... Kimsenin gösteremeyeceği sabrı, özgüveni gösterip, hakettiğin ünvanı değil de özel bi teşekkür aldın.Yine de üzülmedin çok, ortaya çıkan iş iyiydi ve sen her zaman yaptığın gibi sana verilen sorumluluğu en muhteşem şekliyle yerine getirmiştin... İlk heyecanlarımın çoğunda sen vardın da açıkça söylemek gerekirse şu son üç yılımın heyecanıydın zaten sen... Bilim dünyasına ilk adımı öz teyzem kadar sevebileceğim Emine Teyzemin yemekleri eşliğinde senin yatağının üstünde attık sabaha kadar. Ve sabahlara kadar daha nicelerini..Yine aynı yatağın üstünde ve yine hiç haketmediğin bi şekilde aşk en olmadık yerinde tokat attığında sana ağladığını hatırlıyorum, sonra seninle birlikte ağladığımı,,, deli gibi birden gülmeye başladığımızı ve tüm bu duygu karışıklığından yorgun düşüp rüyaların en güzellerine dalmalarımızı... Hiç acımadım " Ağladığında çok çirkin oluyosun ya, öff" derken sana.. Bak yine hatırlatıyorum bil de hiç ağlama olur mu? 1 yıl boyunca jaluzileri olan, içinde bi kaç plazma cihazıyla sevimli mi sevimli görünen bi evimiz oldu ikimizin. Rengarenk döner sandalyelerden daha konforlu yatakta yatmış mıydım bilmiyorum... Gecenin bi yarısı duyduğum canavar sesinden korkup da seni tuvalete bile salmadım ya, hala pişman değilim bu arada.O hikayeyi biraz abartıp anlatıyorum şu anda.. yakında beytepe kampüsü canavarı diye bi haber görürsen televizyonda şaşırma e mi? Hemen sahiplen, senin de canavarın o. Sen öğrettin bana insanlara şans vermeyi? "Ya emin değilim, aşık mıyım bilemiyorum" dediğimde, yine sen senin odanda elimi tuttun da şans kelimesinin bambaşka bi tanımını yaptın bana.Çok güzel bi insanla çok güzel zamanlar geçirdim sayende. O güzel insana haksızlık ettiğimi düşündüğümde de yine en öğretmen tavrına büründün de bu kez duyguların en hasını öğrettin bana.Seni yirmi üç yıl önce bugün dünyaya getiren insan annelik yaptı bana da Ankaralarda en yalnızlık hissettiğim zamanlarda, belki de bu sebepten de ben seni kardeşimden ayırt etmiyorum şu anda... Zaten benziyoruz da bence birbirimize Sonra bi gün zatürre oldum ben, kitap çıkarıyodun o vakitler hatırlar mısın? geceleri koşa koşa gelip "özel" ballı şifalı sütü dayadın burnuma hep, mırklamalarıma aldırmadan. Ve diğer bütün canlarımla el birliği içinde ayağa kaldırdınız beni o zaman."100 kişiden 3 ü ölüyomuş ya zatürreden" diye bi sana anlatabildim google araştırmalarımın sonuçlarını, hiç acımadan vuruverdin ağzıma o zamanlar... En aşık en melankolik olduğum zamanlarda yine boyuna posuna bakmadan göğsünde dindiriverdin bütün gözyaşlarımı. Bir gün olsun şikayet etmedin, elinden geleni yaptın düzelebileyim diye de dinlemedikçe ben annenin yavrusuna üzüldüğü kadar üzüldün hallerime... saçlarını kestirdiğin gün dudağım uçukladı "Allahım bu nasıl güzellik" diye..Seninle uyumayı sevdim çok, sana sarılmayı, kıvırcık mı kıvırcık saçlarına kafamı gömmelerimi, seni öpmeyi çok sevdim. Geçen doğum gününü hatırladım bak şimdi. O videoyu hazırlarken sana ben, herkesin içinde ağladım hüngür hüngür.Akşamında doğum günü pastasıyla hazır ve nazır beklerken biz onbirlerde eve gelmelerine nasıl sinirlendiğim geldi gözünün önüne di mi? Merak ettim çok falan filan da bunun yanı sıra kıskandım çünkü, evet... gülçinler de kıskanır.. bizim yerimize gününün çoğunu başkasıyla geçirmene nasıl kızdım.. Sonra sana hediye başlığı altında aldırdığımaslında hepimizin işe yarayacak hediye vardı di mi? Beni hala seviyo musun? <br />
Seninle havuzdan on dönüm yürümek bile keyifli biliyo musun? <br />
Kocamaaan bi kumbara olsun bu yıl da , ve en güzel anılarımızı atalım yine içine, çok ama çok anı biriktirelim olur mu? Bak lazım oluyo kullanıyoruz sonra.Aramızda jenerasyon farkı var filan ama, bak o bile önemli olmayabiliyo bizim için<br />
Hep yanımda ol nolur. Günüm gecem sen ol, ağladığım kutup yıldızım ol.Seni çok seviyorum balım, çok ama.<br />
Sen de beni hep çok sev tamam mı?<br />
Bugün günlerden Nurşen, ve korkarım bu hafta "belirli günler ve haftalar kitabı"nda NURŞEN HAFTASI olarak geçiyo, hepimize hayırlı olsun:)<br />
Ha Emine teyzecim seni de çok seviyorum çok özledim bi de, ellerinden öperim:)gülçinhttp://www.blogger.com/profile/15216176104427531129noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-4351855186118660200.post-54656794930538196402010-09-19T22:38:00.003+03:002010-09-19T22:38:45.314+03:00KÜÇÜK Bİ KIZ<div class="MsoNormal">Bir kız çocuğu gördüm bugün. Saçının kuyruğuna takıldı gözüm. Kendi çocukluğumu hatırladım. Parkta yaptığım kumdan kaleyi babama göstermek için koşarken bi o yana bi bu yana sallanırdı benim de upuzun saçlarımdan yaptığım<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>kuyruk. Hemen hemen aynı yaşlardaydım o kızla.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Ben yaptığım kumdan kaleyi gururla göstermek için sallıyodum kuyruğumu, o da yine bi otobüs kuyruğundaki yolculardan 25 kuruş isteyebilmek için sallıyodu biraz cüretkar. Babamın yanına vardığımda gururla anlatırdım yaptığım kaleyi özellikle de babamın yanında bi arkadaşı varsa, ışıl ışıl olurdum aferinler havuzuna düşünce. Bugün gördüğüm kız da otobüs kuyruğundaki bi gence 11 kardeşinin isimlerini yaş sırasıyla söylebildiğinde ışıl ışıl parlıyordu gözleri, gururla. İstanbul’un güzel bi semtinde oturduğumuzdan caddeler , sokaklar dolu doluydu her zaman. Annemler kaybolurum, başıma bişey gelir diye eve kendi başıma gelmeme izin vermezlerdi ilkokul 4e kadar.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>O küçük kız Ankara’nın en işlek caddelerinde koşturup, arabaların önüne atlıyodu bugün 50, yoksa da 25 kuruş için. Oyun olarak mı görüyodu bu her günkü hengameyi acaba? Gece başını koyabilecek bi yastığı var mıydı? Her çocuğun uyumadan önce oynadığı hayal kovalamaca oyununu oynuyo muydu? Yoksa kovalayamayacağını bildiğinden her gün gördüğü, bi şekilde diyaloğa girdiği binlerce insanı mı düşünüyodu? Peki özeniyo muydu yaşıtlarına? Yoksa insaflı birinin verdiği 50 kuruşla aldığı bir şişe su onu yeterince mutlu ediyo muydu?Hiç bisiklete binmiş miydi acaba? En son ne zaman doyurmuştu tıka basa karnını? Çocuk olabilmiş miydi? Bir bir düşündüm bunları… O küçük kızın gözlerinde kendi çocukluğumu görmeye çalıştım, göremedim. Babasının haylayf almamasına kızıp, evden okul bahçesine kaçan, akşam ezanıyla oyundan eve dönmek zorunda olmasına burun kıvıran, bisikletin yanında pateni de görmüş, gönlünce oynamış, olabildiğine çocuk olmuş kızla, bu sarışın, yüzü gözü kir pas içinde olan kız hiç bi şekilde benzeşmedi. Biz, zamanın “gerçekten çocukları” şimdinin “çocuk olmaya çalışanlarına” bi şekilde yardım<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>etmeliyiz dedim, düşündüm ne yapacağımızı da bulamadım. Çocuk esirgeme kurumuna haber versek dedim. Vicdanımın ikiye bölündü, bi yarısı diğeriyle savaşmaya başladı. Kimbilir belki meslek sahibi çocuklar olurlar çocuk esirgeme kurumuna giderlerse de, bi çocuk için ne kadar hayırsız olursa olsun anne babanın yeri başkadır. Annesinden babasından ayırmaya vesile olmaya gönlüm el vermedi hiç bi şekilde. “ Abla, 50 yoksa 25 kuruş ver be” derken bi gözüme bi de çantama<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>attığı <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>kaçamak bakışlar kaldı gözümün önünde, hiç iyi olmadı… Küçücük sarışın bi kız damgasını vurdu günüme… Günlerden küçük bi kız…</div>gülçinhttp://www.blogger.com/profile/15216176104427531129noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4351855186118660200.post-31544584832048940142010-09-08T15:35:00.000+03:002010-09-08T15:35:43.434+03:00DİLEK<div class="MsoNormal">Dün bi dilek tuttum.. Öylesine çabuk gerçekleşsin istedim ki dileğim, ne kayan bi yıldızı bekleyebildim, ne de gidip bi ağaca çaput bağlayabildim. Hep süreç gerektirirdi bunlar.. Artık süreçlere tahammülüm yok sanırım.”Artık” değil aslında, kendimi bildim bileli sabırsızım ben. Zaman beni kovalamıyo da ben zamanı kovalıyorum sanki… Bişeyleri kaçıracakmışım gibi ödüm kopuyo. Kime yakınsam bu sabırsızlığımdan, “BEKLE” diyolar hep . Sabırsızlığımı da beni de koruyup kollayan yok hiç, herkes ertelemeler cumhuriyetinin vatandaşı…</div><div class="MsoNormal">Bir yıldızın bütün haşmetiyle ışıl ışıl gökten süzülmesini bekleyemedim belki, ya da asi bi rüzgarın umut dolu çaputumu gün be gün tokatlamasını da… Ama camın önüne oturdum bugün, yanıma konan ilk kuşa fısıldadım dileğimi, çabucak kanatlanıp götürsün<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>diye dilek kabul merkezine. Bulduğum ilk su birikintisine attım küçücük taşımı, o dibe çökene kadar bi solukta gerçekleşsin diye dileğim. Batıl, matıl ... Yine de boş durmadım yani, bişeyler yaptım elimden geldiği kadar…</div><div class="MsoNormal">Bir göz açıp kapayışımda, bir parmak şıklatışımda gerçekleşsin istiyorum ya, uyandığımda kolaçan ettim dileğimi yerli yerinde duruyo mu diye. Yine ümitlendim belki bi sürpriz yapmıştır da tüm zamanların en büyük gerçekliği olarak karşıma dikilivermiştir diye.</div><div class="MsoNormal">Kafamdaki kelimeler uzun zamandır, öylesine süslenmişler ki.. Bu süslülük boşa gitmesin diye , buluşmuşlar,cümle kurmuşlar kendi aralarında. Bu aralar kağıt üstünde dans etmeye böylesine hevesli olmalarına rağmen pek izin vermiyorum ben. Hele bi zihnimdeki tantana bitsin, en güzel en süslü yazımı o gün yazıcam.. Bugün de bi dilek tuttum, aynısını.. Belki öbürü kabul merkezine ulaşamamıştır, bi aksilik olmuştur diye işimi sağlama almaya çalıştım : ) Belki de kolkola verirler daha çabuk gerçekleşirler di mi?<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Sinerji den her zaman güç doğar: ) Neyse… Şimdi ben bi kaç kuş daha bulmalıyım derdimi anlatıcak bu güzel dilek gününde… Evet, günlerden dilek….:)</div>gülçinhttp://www.blogger.com/profile/15216176104427531129noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4351855186118660200.post-71073085000619573242010-09-02T02:48:00.000+03:002010-09-02T02:48:49.675+03:00GİZEMUzun zaman bekledik bugünü... günlerin Gizemi mi , yoksa Gizemin günü mü belli değil aslında... Günler Gizemi bugüne hazırladı aslında ve Gizem de gününün hakkını verdi. Zaten bizim için çok yüksekteydi ama somut olarak da yükselmiş oldu böylece, belgeli filan. Bugüne kadar her gün hazların en tatlısına beraber vardık... Güldük çok "en jüri" hallerimize... Sevincimizi "alkışlayarak" çoğalttık birden, en uzaktan bile farkedilir oldu... Sevinç demek coşku demekti, takdire şayandı ayrıca, nasıl olsun da alkışlanmasındı. Nazar çıkarmak da olabilir aslında bizim bu alkışlama tutkumuz... Öyle çok mutlu oluyoruz ki çünkü aynı anda, Türk milletinin kafasına yazılan gibi mutluluğumuzun hüzün getireceğinden korkup ilk aklımıza gelen en basit ritmle dağıtıyoruz kötü enerjiyi belki de... Sorular sorduk, hatta bazen sormadık, Gizem kendi kendine sorarak hallediyodu o kısmı, cevapları fazlasıyla aldık. Dilin şakalarına şaşırdık, yine kahkahalara boğulduk üstüne... En basit kelimeleri ingilizceye çeviremez olduk, bazen de "pseudo" kelimeler uydurduk durumu kurtarabilsin diye. Zamanla yarıştık, yakalayabildik diye sarıldık yine birbirimize sıkı sıkı...Gözlerimiz bulutlandı vuslat yaklaşınca, yine sarıldık sonra.. Malum büyük başarılar gözyaşlarıyla ıslanmayınca yavan geliyo ya hep... İsmiyle müsemma "Harika" Teyze'nin bütün yemeklerinin harikalığı bile desteğinin harikalığını gölgede bırakmaya yetmedi. Yine Gizem'in gözlerinin içine baktığındaki sıcacık gülüş, adı "Harika" diye mi ona bahşedildi dersiniz? Ya da Gizem'in harikalığının "Harika'lı" zamanlarla mı ilintisi var acaba?<br />
Harika'nın kızı Gizem harikalar yarattı bugün, yükseldikçe yükseldi sonra... Gülmek, sarılmak, "alkışlamak" bir oldu ama yine de yetmediler içimizdeki sevinci anlatmaya.Bu kez de bulutlar bizim gözümüze taht kurdular, malum başarıyı yavanlıktan kurtarmak şart :) Gün, günler öncesinden müjdelemişti bu kez kendini...<br />
Gizem seni çok seviyoruz... Hatırda kalmaz satırda kalır ya, sık sık tekrarlıyorum;)... Ha tabi bi de Gizem'in günü... Seni de çok ama çok sevdik:)gülçinhttp://www.blogger.com/profile/15216176104427531129noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4351855186118660200.post-20736296788498682432010-08-30T18:29:00.000+03:002010-08-30T18:29:48.404+03:00NURİ<div class="MsoNormal"><b>Her şeye mutlaka bi ad koyarım ben, bilen bilir… Bilgisayarımın, camın önündeki çiçeğimin, pijamalarımın, hatta evdeki su damacanasının bile adını koymuşluğum var… Nasıl bir bağ kurma arzusu benimki bilemiyorum ama çok seviyorum işte. Hatta hali hazırda adı olanlara bile kendimce bişeyler uydururum, nasıl istiyosam öyle seslenirim o saatten sonra.. biraz bencilce bulurum ben de bazen tamam ama böyle işte. Belirsizliklerden hiç hoşlanmadığımdan durumların, olayların da adını koymayı görev bilirim her zaman. Kavga etmişsem kavgadır o, boşlukta ne idüğü belirsiz sallanmamalıdır… Kavga olduğunu kabullenip öyle davranmalıdır taraflar. Bi de ilişkiler var tabi, ilişkilerimiz… Küçükken çok çekinirdim, birilerine hayatımda roller vermeye, ya da birilerinin hayatından rol kapmaya, inanılması güç tabi biliyorum… Ben de zaten yaptığımı anlamsız bulup, hayatımdaki her türlü ilişkiye, aşk olsun, dostluk olsun, iş olsun bi ad koydum bu zamana kadar. Herkes rolünün hakkını verebilsin diye belki de kim bilir? Aynı anda iki role bürünmeye çalışmasın diye… Bazen içimdeki genç kızdan dolayı olacak aceleci davrandım, bazen de çok geç kaldım… Yepyeni ilişkilere isim verene kadar 3-4 yılı buldum… İsim koyma sevdam bazen sevimli kıldı çevremdeki her şeyi, bazen de canımı sıktı çok, yine de vazgeçmedim… Bugün ama sarstı biraz… Pek bi memnun Suat diyorum “su at”an damacanama, camın önünde Zeyneple konuşuyorum üstüme Şadiyeleri çekmiş de, aynı kolaylıkla 3 kelimeyi bir araya getiremedim bugün tezimi adıyla çağırabilsinler diye. Diyorum ya, bi şeyin adını koymak uzun zamandır hiç bu kadar zor olmamıştı…Halbuki bebek maması filan, türlü türlü sevimli şeyi çağrıştırıyo bana da olmayınca olmadı işte… İngilizce’nın belini kırarak bişeyler uydurduk sonra da ben yine de ona Nuri diyeceğim galiba… Öyle hisseti gülçinkız napalım… e bugün de Nurimin günü olsun o zaman… Günlerden Nuri…</b></div>gülçinhttp://www.blogger.com/profile/15216176104427531129noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4351855186118660200.post-49460181833516915442010-08-25T00:11:00.000+03:002010-08-25T00:11:19.697+03:00YEŞİL<b>İyidir renklerle aram benim aslında... Bu zamana kadar bir iki küstahlığım olmuştur en fazla, o da sarıya karşı... Güneşin rengini yer yer, aaa ama bu da hardal sarısı şimdi diyerek, hamburger süsüne benzetmiş oluşum arsızca aslında. Darılmış mıdır bilmem? Gerçi darılsa da umrumda değil pek, gönlüm çimenin yeşilinde, göğün mavisinde benim:)Yaprağın yeşilini, eriğin yeşilini, denizin yeşilini, odanın yeşilini, kurbağanın yeşilini, asker yeşilini, yosunun yeşilini sevdim de en çok gözümün yeşilini sevdim bu zamana kadar... Gözümde şaşırdım annemle babama böylesine benzeyişime. Fotoğraflarıma baktım, güldüm yer yer, topaç gibi çıkmış can erikler diye... En çok yeşil giyinmemi istediler, "bak gözün gibi" diye, yakıştırdılar diye sevdim... Ruhumu okşayan en içli cümleler yeşilliydi hep...Böylesine vurulmuşken yeşile, bir iki gün önce biri mavi deyiverdi yılların yeşilliğine. Maviyi de severim bu arada, onun da yeri ayrı... Yeşilini sevdiğim denizin mavisine de ayrı bi bayılırım da, maviyi kabullenmekle ihanet etmiş olmaz mıyım biriktirdiğim yeşilliğime.. "Mavi senin gözlerin" dedikçe karşıdaki ses, daha bi yeşerdi gözlerim.. En çılgın yeşile ulaştığında kandırıverdi o mavici sesi de huzurun rengi oldu bu kez... Ne mi oldu sonra? Günün rengi, tadı, kokusu, her şeyi yeşil oldu.... Yemyeşil...</b>gülçinhttp://www.blogger.com/profile/15216176104427531129noreply@blogger.com0